0 of 50 questions completed
Sorular:
Daha önce test değerini tamamladınız. Bu nedenle tekrar başlatamazsınız.
Test yükleniyor…
testbaşlatmak için oturum açmalı veya kaydolmalısınız.
Önce aşağıdakileri tamamlamanız gerekir:
0 of 50 questions answered correctly
Sizin zamanınız:
Zaman doldu
0 ile 0 puan (lar), (0) ulaştınız
Kazanılan Puan (lar): 0 of 0, (0)
0 Deneme Beklemede (Olası Nokta (lar): 0)
Tarımsal kayıp daha çok sanayileşmiş ulusları etkiliyor çünkü çiftçilerin manavlarda kesintisiz arzı sağlamak için aşırı üretim yapması gerekiyor. Hasat sonrası gıda kaybı, gıda altyapısının daha az modern olduğu gelişmekte olan ülkelerde sanayileşmiş ülkelerde olduğundan daha büyük bir problem. Mevsimsel dalgalanmayla başa çıkabilecek tesisleri ayakta tutmak pahalı olduğundan, gelişmekte olan ülkeler işleme aşamasında çok fazla meyve ve sebze kaybediyor. Eğer bir süpermarket işleme tesisinden çıkan gıdayı reddederse kamyon şoförü yeni bir müşteri bulana kadar ürünler bozulabiliyor. Sanayileşmiş ülke vatandaşları gelişmekte olan ülke vatandaşlarından beş kat daha fazla gıdayı çöpe atıyor; ABD’de bu her yıl 35 milyon ton gıdanın çöpe gittiği ya da yakıldığı anlamına geliyor.
Bu parçada aşağıdakilerin hangisinden söz edilmektedir?
Bedenimizin hayatta kalmasını sağlayan milyonlarca farklı sistemin ahenk içinde çalışması için merkezî bir kontrol sistemine ihtiyaç var. Özellikle kan dolaşımımıza salgılanarak vücuttaki bütün sistemlerin eş güdümlü çalışmasını sağlayan hormon sistemimizi en üst düzeyde kontrol eden beynimizdeki hipotalamus bölgesi, üç gramdan daha az bir ağırlığa sahip minicik bir beyin parçası olmasına rağmen inanılmaz işler başarır. Vücudumuzda meydana gelen ve bizi hayatta tutan bütün işlemlerin en üst kontrol merkezi olan hipotalamus, açlık-tokluk hislerimizden vücudumuzun su ve tuz dengesine, cinsel itkilerimizden duygusal durumlarımıza kadar hemen her şeyi kontrol edebilecek onlarca farklı merkez içerir.
Bu parçada insan bedenindeki sistemler ile ilgili aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?
1946’da annem Myfanwy Williams, Güney Afrika’da Cape Town’da 16 yaşında bir öğrenciyken Albert Einstein’a bir mektup yollamış ve bu mektup onun hayatını değiştirmiş. Annem bir bilim insanı olma hayallerini onunla paylaşmış, kendisinin ve en iyi arkadaşlarının nasıl geç saatlere kadar oturup yıldızları izlediğini anlatmış. Einstein’dan teşvik edici bir yanıt alınca da çok şaşırmış. Ona bir mektup daha yazmış ve kendisinin genç bir kız olduğunu itiraf etmiş. Einstein tekrar yanıt vermiş ve onun kız olup olmamasının hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini ve en önemlisi kendisinin de buna takılmaması gerektiğini yazmış. O zamanlar erkeklerle kadınlar eşit görülmüyormuş ve annem cinsiyeti yüzünden zorluk çektiği hâlde bilim insanı olmak istiyormuş. “Eğer koskoca Einstein buna aldırış etmiyorsa ben de etmemeliyim.” diye düşünmüş. 1948’de bir kadının üniversiteye gitmesi alışıldık bir şey olmadığı hâlde annem bunu başarmış ve genetik bölümünden mezun olmuş. Sınıfındaki tek kız öğrenci oymuş ve onur derecesine giren tek öğrenci de o olmuş. Annem daha sonraları dünyaca ünlü bir biyologla birlikte Güney Afrika’nın doğal bitki örtüsü olan çayırların eski hâline getirilmesi için çalıştı. Ben de büyürken hep onu örnek aldım. Onun sayesinde, gerçekten bir fark yaratabileceğime inandım. İzinden gittim, üniversitede zooloji ve botanik okudum. Şu anda Cape Town’da doğal kaynakları koruma uzmanı olarak çalışıyorum. Annem, istediğim her şeyi olabileceğime inandırdı beni. Bence, bilim insanı olma rüyamı destekleyecek gücü bulabildi çünkü Einstein da ona inanmıştı.
Bu parçada yazar aşağıdakilerden hangisi üzerinde durmaktadır?
Hepimizin zihninde otoriter bir hâkimiyet kurmuş olan ve bizim “iç ses” olarak adlandırdığımız bir mekanizma var, buna “vicdan” da diyebilirsiniz. Ben de size bunun beyninizdeki bağlantıların duygusal anlamdaki yansıması olduğunu söyleyebilirim. Baskı altındayken yaptığımız ilk şey bu sesi dinlemek ve önceden tanımlanmış olan bir tepki vermek olur. Dürtülerimiz otoriter bir tavırla ipleri elinde tutmak için bizi zorlar. Oysa onların da diğer duygulardan farkı yoktur. Böyle bir durumda içinde bulunduğumuz koşulları aklın süzgecinden geçirerek doğru bir seçim yapmak zorlaşır. Otoriter duyguları bastırıp enine boyuna ölçmek hem daha fazla zamanınızı alır hem de beyninizin çok daha fazla enerjiye ihtiyaç duyması demektir.
Bu parçadan aşağıdaki yargıların hangisine ulaşılamaz?
Psikolojik bir deneyde, 19 katılımcının her birine 128 dolar önerilerek şu seçenek sunuldu: Parayı alıp buradan hemen uzaklaşabilir veya bir kısmını toplumsal bir yardım için bağışlayabilirsiniz. Parayı bağışlayan katılımcıların beyin taramaları, dopaminin salgılandığı yer olan ventrel tegmentum bölgesinde aşırı hareketlilik olduğunu gösterdi. Dopamin, beynin ödül olarak gördüğü yani haz verici durumlarda salgılanıyor. Çalışmayı yapan psikologlardan biri “nöral yapımızın fedakârlık, cömertlik, suçluluk duygusu ve şefkat gibi toplumdan yana davranışları desteklediğini” söylüyor. Testte en yüksek miktarı bağışlayanların beyninde, limbik sistemde yer alan ve sosyal bağlılıkla ilişkilendirilen septal bölgede diğerlerinde görülmeyen bir hareket tespit edildi. Beynin bu birimi anne ve bebek arasındaki ilişkiyi yürüten, süt üretimini sağlayan oksitosin hormonu açısından zengin. Bunun evrimsel süreçte devraldığımız bir eğilim olduğu düşünülüyor. Çünkü sosyal bağlar kurmak ve annelik içgüdüsü, türümüzün devamlılığını sağlayan faktörlerden. Bu yüzden topluma ve grup dayanışmasına sembolik anlamlar yüklüyor, sosyal değerleri el üstünde tutuyoruz.
Bu parçada sözü edilen bilimsel çalışmanın amacı aşağıdakilerden hangisidir?
Bir öğrenme durumunda öğrenci, öğrenme yöntemi, öğrenme malzemesi, öğretmen ve öğrenme ortamı olmak üzere beş temel öge bulunur. Öğrenmeyi etkileme durumlarına göre bu beş öge birlikte ele alındığında öğretmenin ve öğrenme ortamının öğrenmeyi doğrudan etkilemediği ancak diğer ögeleri etkileyerek dolaylı bir şekilde öğrenme üzerinde etkili oldukları söylenebilir. Örneğin öğretmen; öğrencinin öğrenmeye hazır duruma gelmesine yardımcı olmak, öğrenme malzemesini daha kolay öğrenilebilecek bir hâle getirmek ve uygun yöntemleri kullanarak öğrenmenin kolay gerçekleşmesini sağlamak veya kullanmayarak zorlaşmasına neden olmak gibi etkiler yaratır. Aynı şekilde öğrenme ortamı da öğreneni öğrenmeye yöneltmek, çeşitli öğrenme yöntemlerinin kullanılmasına uygun olmak, gerekli öğrenim malzeme ve araçlarını içermek yoluyla öğrenmeyi kolaylaştırabilir. Tüm bunlara ek olarak günümüzde öğrenme öğretmensiz ve hatta belli bir öğrenme ortamına bağımlı olmaksızın gerçekleşebilmektedir. Temel bir öğrenme ilkesi olarak “Öğrenci öğrenmek isterse kimse onu öğrenmekten alıkoyamayacağı gibi, öğrenmek istemediğinde de kimse ona zorla bir şey öğretemez.” Bu nedenle birçok kaynakta öğretmen ve öğrenme ortamı öğrenmeyi etkileyen faktörler arasında ele alınmaz.
Bu parçada öğrenme durumları ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?
(I) 1858’de Atlas Okyanusu’nu geçerek Avrupa’yı Amerika’ya bağlayan ilk telgraf hattının kullanılmasını takip eden 100 yıldan uzun süre boyunca kalın bakır kablolar uzak veri aktarımının tek çaresi olarak görülüyordu. (II) Ta ki bugün cep telefonlarının ve hassas elektronik cihazların yüzeylerini çizilmelere karşı koruyan dayanıklı camlarıyla tanıdığımız Corning Glass Works, 1970 yılında ilk fiberoptik teli üretene ve 1975’te ilk ticari fiberoptik ağını kurana kadar. (III) Günümüzde veri ve veri aktarımı adına bildiğimiz şeyler değişti. (IV) Bir zamanlar dakikada birkaç kelime ancak aktarabilen kıtalararası veri aktarım ağları, bugün teknolojik gelişimle beraber inanılmaz bir veri aktarım hacmiyle boğuşuyor. (V) 2015 verilerine göre küresel veri iletim hacmi %74 arttı. (VI) 23 yıl öncenin 1 yıllık toplam verisinin bugün yarım saniyeden daha kısa sürede paylaşıldığını görüyoruz. (VII) 23 yılda 1 milyon 200 bin katın üzerinde bir veri artışından söz ediyoruz ve bu gerçekten inanılmaz.
Bu paragraf ikiye ayrılmak istenirse ikinci paragraf numaralanmış cümlelerin hangisiyle başlar?
8 ve 9. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
Tarihî çömlekler de bizimle konuşur, bize kendi zamanlarını anlatırlar. Bazı kimyasal testlerle, önce ait oldukları dönemi öğreniriz. Ardından çömleğin yapıldığı teknik ve üzerindeki desenlerin tarzından ait oldukları kültür hakkında bilgi sahibi oluruz. Söz gelimi Atina bölgesi MÖ 600’lerden itibaren diğer kültürlerden edindiği çömlek motif tarzını terk edip kendi tarzını yaratmıştır. Bir kültürün kendi tarzları keşfedildi mi, dünyanın başka yerlerinde bu tarz çömleklere rastlandı mı ana şehrin bu yerlerle ticaret ilişkisi geliştirdiği söylenebilir. Ayrıca Atina bölgesi gibi ihracatını zeytinyağı ve şarap üzerine kuran bir yerde, koca bir çömlekçiler mahallesi olması kadar doğal başka bir şey olamaz. Tüm bu mallar, bol miktarda üretilen çömleklerle taşınıyordu. Ateş, bu çömleklerin yapımında mühim bir rol oynuyordu. Kilin bileşenlerini oluşturan mineraller yüksek sıcaklıklara ulaşan fırınlarda kimyasal tepkimelere girip çömleği son derece dayanıklı kılıyordu.
Bu parçada çömlekler ile ilgili olarak
I. Farklı coğrafyalardaki aynı tarz çömlekler ticari ilişkileri kanıtlayabilir.
II. Kültürler arasındaki etkileşim, çömlek motiflerinde ortaya çıkabilir.
III. Haklarındaki bilgiler, aşamalı şekilde yürütülen çalışmalarla edinilir.
yargılarından hangilerine ulaşılabilir?
Tarihî çömlekler de bizimle konuşur, bize kendi zamanlarını anlatırlar. Bazı kimyasal testlerle, önce ait oldukları dönemi öğreniriz. Ardından çömleğin yapıldığı teknik ve üzerindeki desenlerin tarzından ait oldukları kültür hakkında bilgi sahibi oluruz. Söz gelimi Atina bölgesi MÖ 600’lerden itibaren diğer kültürlerden edindiği çömlek motif tarzını terk edip kendi tarzını yaratmıştır. Bir kültürün kendi tarzları keşfedildi mi, dünyanın başka yerlerinde bu tarz çömleklere rastlandı mı ana şehrin bu yerlerle ticaret ilişkisi geliştirdiği söylenebilir. Ayrıca Atina bölgesi gibi ihracatını zeytinyağı ve şarap üzerine kuran bir yerde, koca bir çömlekçiler mahallesi olması kadar doğal başka bir şey olamaz. Tüm bu mallar, bol miktarda üretilen çömleklerle taşınıyordu. Ateş, bu çömleklerin yapımında mühim bir rol oynuyordu. Kilin bileşenlerini oluşturan mineraller yüksek sıcaklıklara ulaşan fırınlarda kimyasal tepkimelere girip çömleği son derece dayanıklı kılıyordu.
Bu parçanın anlatım özellikleri ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
Prometheus “Bütün sanatların tohumu olan ateşi insanlara verdim.” derken işi abartmıyordu. Siz bakmayın bugün ateşi önemsemiyor olmamıza. Onun gündelik hayattaki yeri, kendimizi yeniden üretmemizdeki önemi sadece birçok teknolojik araç tarafından dolayımlandığından fark edemiyoruz ve etrafımızda bir demirci ocağında dövülme kıvamına gelene kadar demir külçeleri görmüyoruz. Günlük dildeki bazı deyimlerden bile ateşin kültür tarihi için önemini ortaya koyabiliriz. Ev kelimesi yerine birçok deyimde “ocak” kelimesini kullanırız, lanet okurken “ocağın sönsün” diye hiddetleniriz. Bugün eve yüklediğimiz anlamı ve pratiklerimizi beslemesi son derece yenidir. Temel olan, yaşamı tekrar kurmamızda payı olan ateşti uzun süre. Ve mesela ateş yakmak o kadar da kolay bir şey olmasa gerekti ki birçok pagan gelenekte devamlı beslenerek sönmesine izin verilmeyen tapınak ateşleri vardı. Hesiodos’un Theogonia’sında “Zeus, Prometheus’a kızınca ateşi artık kayın ağaçlarının üstüne salmaz oldu.” denir ve insanların çok eskilerden ateşlerini fırtınalarda düşen şimşeklerin yaktığı ağaçlardan edindiklerini öğreniriz. Yine demir çağı, ateşin daha ıslah edilebilmesi ve insanın hizmetine sunulabilmesiyle geldi. Demirden yapılan silahlara daha geniş bir kitle sahip olduğundan güç daha eşit dağılmaya başladı ve Yunanlılarda demokrasinin gelişmesinde kısmen etkili oldu. Yani halkları demokratikleştirdi ateş.
Bu parçaya göre ateş ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?
En ilkel düzeyde de olsa dili kullanmaya başlayan insan, kendini anlatmaya başlamıştır; kendisini anlatması ise varlığının bilincinde olmasının sonucudur. (I) Kendini anlatma isteği, başka varlıkların var olmasıyla açıklanabilir; bu ihtiyacı yani kendini başka varlıklara anlatma ihtiyacını duyan insan, kuşkusuz, yeryüzünün ilk sanatçısıdır. (II) Bu ilk sanatçının kullandığı ilk sanatsal araç da “dil”dir; bu yönden iletişimi gerçekleştiren bir varlık olarak insan, aynı zamanda dilsel bir kişilik kazanmıştır. (III) Uygarlıklar, değişen çağlar, gelişmeler bu dilsel kişiliği anlatımsal gerçeğe dönüştürmenin atılımlarıdır. (IV) Bunun gerçekleşmesinde araç, sanattır. (V) İnsanı doğaya, doğayı insana yansıtan en etkili araçtır sanat; doğa-insan uyumunu kuran da sanattır. (VI) Bunlar arasındaki çelişkinin belirmesinde de sanatın büyülü gücüyle karşılaşıyor insan. (VII) Her şeyde olduğu gibi bu nedenle sanat, insanı toplumsal bir varlık olarak belirlemede etkendir; sanatçı, bunu gerçekleştirmede, anlaşmanın en etkili aracı olan dili, yeryüzünün ilk sanatını kullanır ve insanın insanı tanıması yani toplumsallaşma da bu aşamadan sonra başlamıştır.
Bu parçadaki numaralanmış yerlerin hangisine düşüncenin akışına göre “Bu nedenle bir yaratıcı işlev olan sanatın en büyük etkinliklerinden biri, yansıtıcı olmasıdır.” cümlesi getirilmelidir?
Beyin yüce bir düşünce, dünyayı yerinden oynatan bir buluş, çağları aşan bir sanat ürünü yaratıyorsa bunda bütün toplumun emeği vardır. Zincirleme etkileşim, bilim ve sanat alanlarında da söz konusudur. Düşünce ve duygular birike birike, birbirini çoğalta çoğalta bir çıkış noktası bulur. Bilimlerin, sanatların dünyaya ve toplumlara açıldığı bu nokta, bir emek patlamasıdır gerçekte. Beyince gelişmiş kişilerin, gelişmiş toplumlardan çıkması bundandır. Az gelişmiş toplumlarda yetişen öncülerin büyük tepkilerle karşılaşmasının özünde de bu uyumsuzluk söz konusudur. Dünyanın gelişmeye başlamış bütün toplumlarında, büyük çelişkilerden biri de budur.
Bu parçada yazarın savunduğu düşünce aşağıdaki yargıların hangisinde verilmiştir?
Değersiz sanatçıların baş tacı edildiği ülkelerin yönetiminde bir sorun vardır. Çünkü yozlaşmanın temel belirtisi; değersiz olanın, değerlinin yerini almasıdır. Saçma sapan videolar milyonlarca kez izlenirken belgesellere tıklayanların sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Türkçe sözcükleri Fransız, Amerikan, İtalyan ağzıyla eğip bükenlere şarkıcı deniyor. Milyonlarca insan ya yeşil top alanlarında ya da filmlerin yarattığı karanlık odalarda doyum sağlamaya çalışıyor. Bunlarla beslenen kafa da yozlaşıyor. Yozlaşmış bir kafanın çağdaş verilerden yararlanması olanaksız olduğuna göre insanımız -hatta az gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkelerin insanları- çağın dışına düşüyor.
Bu parçanın yazarı aşağıdakilerin hangisinden yakınmaktadır?
—- Daha doğrusu, düş ile gerçek arasında bir seçim yapmadan, böyle bir seçime ihtiyaç duymadan yaşar gider. Yaşam sürecinin doğal yapısında vardır bu. Düşten soyutlanmış bir gerçek, gerçekten soyutlanmış bir düş tasarlanabilir mi? Yunus’un “Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayran olur / Bir dem gelir şâdi olur bir dem gelir giryân olur” dizelerinde belirttiği gibi, insanoğlu kimi zaman şen şatır, kimi zaman ağlamaklıdır. Düşle gerçek arasındaki gidiş geliş de böyledir. Kimi zaman katı gerçeklerle yüz yüze olan insanoğlu kimi zaman düşsel bir dünyanın engin boşluğunda duyar kendini.
Bu parçanın başına düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
I. “Öğretim, öğretmen” gibi “okul” kavramı da çok değişti çağımızda, bilgiler sınıf duvarlarını çoktan aştı.
II. Öğrenci, bilgisiyle yaşamın içine girmek istiyor; yaşamdan kopuk bilgilere tepki gösteriyor, yaşamla bağlantı kuran bilgilerin verildiği yere “okul” deniyor ancak.
III. Sesinin tonunu artistçe betimleyip rol kesen öğretmene “öğretmen” demiyor, bu artist öğretmenlerin yapaylığını daha ilk dersin ilk sözcüklerinde seziveriyor.
IV. Çağımız duyarlılığın, “şiir”in gerçeğini arama çağıdır; bilgiyi yaşama dönüştürmenin çağıdır, bunu çok iyi kavrıyor öğrenci.
V. İlkel şiir heveslerini öğrenci üstünde deneyen öğretmenlere, Orta Çağ’dan kalma bir beğeninin sözcüleri gözüyle bakılıyor.
Yukarıdaki numaralanmış cümlelerin anlamlı bir bütün oluşturması için hangilerinin yeri değiştirilmelidir?
Sanatın gerçek amacı; insanı duygusuyla, düşüncesiyle, yaratıcı yeteneğiyle çoğaltmak, ona yeni özellikler kazandırmak, kendi içinde kendini var edecek bulguların ayrımında olmasını sağlamaktır. Bir insanın bir sanat eserini tanıdıktan sonraki durumuyla ondan önceki durumu farklıdır. Örneğin Van Gogh’u tanıyan, tanımayandan başkadır. İnsan Van Gogh sonrasında yüreğini o boyalarla desenlerle çoğaltmıştır. Virginia Woolf’un bunalımlarla nasıl bir edebî çoğalmayı yaşadığını duyumsayan insan, kat kat duygularla çoğalır, sanatçının dünyasında kendini bu kez kendi varlığıyla yaratır. —-
Bu parçanın sonuna düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
Kültür alışılmış tanımının dışında olayları, kişileri, varlıkları algılama ve yaratı ürünlerini duyumsayıp yansıtma olgusudur. Kültürel üretimin özünde karşılıklı etkileşim, duyarlıkları inceltme söz konusudur. Herkesin algılama ve duyumsama gücü aynı olmadığına göre kültürel ilişkilerde çok yanlı geçişim kaçınılmazdır. Bu bağlamda ne denli çokluk yaratsa da insan, kültürünü çoğaltmaz; ulaşabildiği alanlarda ancak kendini çoğaltır, yeni bir varlık kazanır. Kültürü “alışkanlıklar”a bağlamak, insanı insan ölçülerinin dışında değerlendirmek anlamı taşır.
Bu parçadan kültür ile ilgili olarak aşağıdaki yargıların hangisi çıkarılamaz?
I. Gerçekte başkalarının sağladığı özgürlüğü “özgürlük” saymak bile yanlıştır.
II. Bu, özgürlük de değildir; düzeni belirleyen ve ayakta tutan kurumlardan biridir; anatçının bilgenin yarattığı özgürlük ise bundan bambaşka bir şeydir, onun onurunu yaratan bir savaşımdır.
III. Hep düşünmüşümdür: Başkalarının sağladığı özgürlük mü gerçek anlamda özgürlüktür yoksa kendi içimizde yarattığımız tutarlılık mı?
IV. Bu tür bir özgürlükle yazarın, sanatçının, bilgenin yarattığı özgürlük arasında çelişkili bir durum kendiliğinden doğacaktır.
V. Çünkü bu anlamdaki yani başkasının sağladığı özgürlükte, özgürlüğü yaratan da uygulayan da kişinin kendisi değildir.
Yukarıdaki numaralanmış cümlelerle anlamlı bir paragraf oluşturulduğunda hangisi baştan üçüncü olur?
Acılar kaldıysa dünden bugüne
Elbet sorulacak bir hesap vardır
Yeryüzünde yazarlığın seçkin âlemine giren her şair, her sanatçı, her romancı, her öykücü bu hesaplaşmayı yapmak istemiştir. Aslında var oluşun gerekçesi budur. Yüzyıllar önce boğulmuş bir düşüncenin çağdaş ezgisini bir şair söyleyecektir bir gün. Yazarın işi, üstü örtük gerçekleri bulup çıkarmaktır. Aradan yüzyıllar geçse de bir hesap sorucudur o; çağıyla, insanıyla, ülkesiyle, dünyasıyla, her şeyiyle yeryüzünü onun kalemi değerlendirebilir ancak. Paul Souday’nin deyimiyle “yazarın ürünü, insanlığın bilinci”dir. Bu bilinci kuşaktan kuşağa, çağdan çağa geçiren de gene yazarın, şairin kendisidir.
Bu parçada sanatçı ile ilgili olarak asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
İngiliz romanı, bugünkü macera romanının başlangıcıdır. XVII. asırda Fransız romanı psikolojiktir. XVIII. asırdan itibaren Fransa’nın bakir edebiyatı ve insanı ele alındı ki bu, Rousseau etkisidir. Rousseau, hislerinden bahsetme imkânı vermiştir inasanlara. Rousseau devrinde Bernardin de Saint-Pierre de var; Paul ve Virginie adlı romanı, medeniyetten uzakta geçiyor. Sonra XVIII. asrın sonu ile XIX. asrın başında yaşayan Chateaubriand var -Fransız İhtilali’ni tek başına etkileyen adam- İngiliz edebiyatına kapı açar, onların etkisindedir: Atala, Rene, İbn-i Sirac, Les Martyrs… Bütün bunlar pre-romantik devrin başlangıcıdır. Biz, Avrupa’nın romantizmden sonraki devrinin edebiyatını alıyoruz.
Bu parçaya getirilebilecek en uygun başlık aşağıdakilerden hangisidir?
Sinema bir sanat dalı mıdır, sanat dalı ise tekniğin bu kadar hız verdiği bir sanat dalı olabilir mi? (I) Tiyatro ile nereye kadar beraberdir, nerede ayrılır? (II) Bugünün tiyatro oyunlarında sahnede uygulanan teknik ve teknolojik gelişmeleri gördüğümüzde hepimiz hayret etmiyor muyuz? (III) Sinema, oyuncuların bir eseri canlandırmasıdır; tiyatro ile bu noktada ortaktırlar. (IV) Tiyatroda hareketler, sahnedeki ve ortamdaki hareketler vardır akat o hareketlerin ortaya çıkmasına neden olan hareket yoktur. (V) Sinema, tiyatronun gösteremediği bu hareketleri ele alır; mesela Ophelia’nın suya atlayışını gösterir sinema, tiyatro ise onun ölüsünü getirir sahneye.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerden hangisi düşüncenin akışını bozmaktadır?
İnsanların çoğu kez anlayamadıkları şudur: Bilgi sahibi olmak, diplomalar almak, unvanlara kavuşmak, makamlar elde etmek bize nasıl yaşayacağımızı öğretmez. Çünkü bunlar iç dünyamızı nasıl oluşturacağımızı, nasıl derinleşip geniş ufuklu bakışlar elde edeceğimizi anlatmıyor. “Bilgi” edinmekle yaşam öğrenilmez. Nasıl öğrenilir? Önce kafamızın ve yüreğimizin içini özgürleştirerek… Oysa şu andaki yaşayışımız içerisinde özgür olduğumuzu sanıyoruz. Mal mülk sahibi olunca, toplumun bizden istediği davranışları “görünüşte” yerine getirince, “köşe dönme” becerisini elde edince mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Hiç sığ insandan mutlu insan olur mu? Yüzeyselliğin, kabalığın, basmakalıplığın, cehaletin mutluluğu olur mu?
Bu parçadaki altı çizili sözle aşağıdakilerden hangisine gönderme yapılmamıştır?
(I) Zayıf görülmek, yetersiz bulunmak istemiyoruz ama zayıflıklarımız ve yetersizliklerimiz var. (II) Bu zayıflıkları ve yetersizlikleri kanıksadığımız anda çalışma ve başarı konusunda bir bezginlik hissetmeye başlarız. (III) Kendi değerimizi bilmek, zayıf ve yetersiz kaldığımızı kabul etmekten geçiyor. (IV) Bunun yıllar içinde ve yıllar sonra gerçekleşeceğini de baştan bilelim. (V) Kabullenme, zayıf ve yetersiz kaldığımız anlarda çalışmaktan alıkoyacaktır, diye düşünebilirsiniz. (VI) Tam tersi; zayıflıklarımızı kabullendiğimiz, sınırlarımızın nerelerden geçtiğini fark ettiğimiz ölçüde sınırları zorlayıp aşmamız mümkün.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerden hangisi düşüncenin akışını bozmaktadır?
24 ve 25. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
Artık bizim de tarihimizden, özellikle Osmanlı tarihinden, söz eden; padişahları, sarayı, sarayda olup bitenleri konu edinen yazarlarımız var, evet. Ama “oryantalizm” denen şey nedir aslında? Bu yazarların bir kısmı, geçmişe sahip çıkmaktan çok, popüler olmak ve Batı’nın hoşuna gitmek adına yapıyorlar bunu. Romanları dünya dillerine çevrilsin, oralarda da tanınsınlar, bilinsinler, kitapları oralarda da çok satsın diye… Eldekileri tüketince Doğu’yu yağmalamayı alışkanlık hâline getiren Batı’ya yeni kapılar aralamak gerek. Biliyorlar ki Avrupa kendilerine kan kusturan Osmanlı’yı merak eder, Anadolu ile ilgilenir, İstanbul’a gelmeye çekinse bile bu kentin “egzotik” havasını, hiç olmazsa, romanlarda solumak ister.
Bu parça aşağıdaki sorulardan hangisine verilmiş bir yanıt olabilir?
Artık bizim de tarihimizden, özellikle Osmanlı tarihinden, söz eden; padişahları, sarayı, sarayda olup bitenleri konu edinen yazarlarımız var, evet. Ama “oryantalizm” denen şey nedir aslında? Bu yazarların bir kısmı, geçmişe sahip çıkmaktan çok, popüler olmak ve Batı’nın hoşuna gitmek adına yapıyorlar bunu. Romanları dünya dillerine çevrilsin, oralarda da tanınsınlar, bilinsinler, kitapları oralarda da çok satsın diye… Eldekileri tüketince Doğu’yu yağmalamayı alışkanlık hâline getiren Batı’ya yeni kapılar aralamak gerek. Biliyorlar ki Avrupa kendilerine kan kusturan Osmanlı’yı merak eder, Anadolu ile ilgilenir, İstanbul’a gelmeye çekinse bile bu kentin “egzotik” havasını, hiç olmazsa, romanlarda solumak ister.
Bu parçadaki altı çizili sözle aşağıdakilerden hangisine gönderme yapılmıştır?
Birçok sektöre üretim ve planlama kolaylığı getiren Endüstri 4.0 kavramı, teknolojinin hayatımıza kattığı yeniliklerden biri. Alanında öncü olmak isteyen kurumların bu konsepti çoktan beri uygulamaya çalıştığı su götürmez bir gerçek. İnovasyon ve teknoloji alanında kendini kanıtlamaya hevesli her endüstri bileşeni -çalışan, yönetici, kurum vb. fark etmeksizin- Endüstri 4.0 kavramını, karşılaşılan engelleri, üretilen çözümleri ve bu alandaki gelişimin yol haritasını daha yakından takip etmeli.
Bu parçadan Endüstri 4.0 kavramı ile ilgili olarak;
I. endüstriyel alanda gelişmek isteyen her birey ya da kurumun takip etmesi gerektiği,
II. inovasyon ve teknoloji alanındaki engellerin Endüstri 4.0’ın gelişimini yavaşlattığı,
III. kurumları kendi sektörlerinde ekonomik anlamda çok güçlü hâle getirdiği
yargılarından hangileri çıkarılabilir?
Son zamanlarda canım hiç yazmak istemiyor. Zar zor da olsa geçtiğim masada dakikalar hatta saatler boyunca oturuyorum. Bazen onlarca kâğıdı buruşturup fırlatıyorum ama yeni bir şey ortaya çıkaramıyorum. Yazılarım genellikle birbirine benziyor. Bazen yeni bir fikir, imge veya hayal bulduğumu sanıyorum. Sonra bir anda hatırlıyorum, onu daha önce başka bir yazımda kullandığımı. Neyse… Dedim ya canım hiç yazmak istemiyor.
Bu parçada kendisinden söz eden yazar ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
Yalnız sanatçıda değil, hiç kimsede böbürlenmeyi sevmeyenlerdenim. Biri karşımda “Ben şöyle önemliyim, böyle büyüğüm…” demeye başladı mı tiksintiye benzer bir tepki duymaktan kendimi alamam. —-. Eğer sahibinin sandığı kadar önemliyse birileri er ya da geç farkına varacak; hak edilen övgü, alkış, her ne ise onun hanesine yazılacaktır. Bir de şu var: Övünen kişinin bunu yapmadan önce gözümde taşıdığı değer, kendisini övmeye başladıktan sonra hızla azalır, önemsizleşir o kişi.
Bu parçada boş bırakılan yere düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
Basit gerçekleri sonsuz bir kaygıya dönüştürmekte çok usta olan hayat, bütün ayakları bilinmezlikten oluşan bir örümcek gibidir. İnsanları belirsiz ve karmaşık sorunlardan oluşmuş bir ağın içine hapseder. Onların çırpınışlarını, ağlardan kurtulup sorulara cevap bulabilmek için kıvranışlarını zevkle izler. Zalimliğini, insanların bunlardan heyecan duyacağına, bunlarsız sıkılacaklarına inanmaya kadar götürür.
Bu parçanın anlatım özellikleriyle ilgili olarak
I. Düşünceyi geliştirmek için sayıp dökmelerden yararlanılmıştır.
II. İnsana ait özellikler insan dışındaki bir varlığa aktarılmıştır.
III. Soyut bir kavram, benzetme yoluyla somutlaştırılmıştır.
yargılarından hangileri söylenemez?
“Hikâyeci bir kalkındırma veya ihtilal adamı veyahut da bir belediye çavuşu değil, bir sanat adamı”dır. Yazar, bir hikâyecide olması gerektiğine inandığı şu özelliği ise özellikle vurgular: “Kültürünü insanlardan alan hikâyeci, her şeyden evvel, kendi memleketinin adamlarını yakından bilmek zorundadır. Onlarla haşır neşir olmalı, onların içine karışmalı, onlar gibi duyup onlar gibi düşünmelidir.” Sepetçioğlu, onlardan kastını aynı makaledeki şu cümlelerle açar: “Hikâyecilerimizin çoğu Anadolu deyip duruyor. Anadolu’nun bayağı ve acınacak taraflarını yazıyorlar. Ama hiçbirisi Anadolu ne, Anadolu’da yaşayan insan nasıl, kim bilmiyorlar. Anadolu’nun her şeye rağmen, inandığı için mesut, büyük şeyler düşünmeyen insanını istismar ediyorlar. Çizdikleri, belirttikleri insanların hiç birisi Anadolu insanı değildir.”
Bu parçada sözü edilen sanatçının aşağıdakilerden hangisini söylemesi beklenemez?
Şehirde hayat kolay olmamakla beraber Anadolu insanı için büyük şehirler, özellikle de taşı toprağı altın denilen İstanbul bir iş kapısıdır. O sebeple 1950’li yıllardan itibaren Anadolu’dan İstanbul’a doğru göçler başlar. Anadolu insanı iş için İstanbul’a gelir fakat İstanbul’un Anadolu’ya bakan bir yabancılığı vardır. Öyle ki yazar bunu “Üç Kişiye Bir Şemsiye” adlı hikâyesinin üç yerinde özellikle vurgular. Eserde İstanbul’a iş için gelen ve fakat ceplerinde yeterli paraları olmadığı için yağmurlu bir kış gününde ancak bir şemsiye alabilen üç kişinin tek şemsiye altına sığınışı anlatılır. Söz konusu hikâye şöyle son bulur: “… üç kişi -paltosuz üç kişi- yağmurun altında, yağmura doğru gidiyordu. Dik başları, bir şemsiyenin altında birleşmişti ve ayakları ıslak, kaygan yola güçlü ve güvenli basıyordu. Akşam, yılın son akşamıydı…”
Bu parçada sözü edilen hikâye ile ilgili olarak
I. göç eden insanların kültürel çatışmalarının ele alındığı,
II. bir dönem yaşanan toplumsal sorunlarını yansıttığı,
III. göç eden insanların zorluklarla mücadelesini işlediği
yargılarından hangileri söylenebilir?
32 ve 33. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
“Hayatın temel esasları nelerdir?” diye sorulsa çok önemli kavramlardan oluşan cevaplar verir; yüceliklerden, erdemlerden bahsederiz. Peki, gündelik hayatımız ve yaşam tarzımız bu esaslara göre midir? Hayır. Gündelik hayatı, biz yaşamayız. Her bir ipimizin ucu farklı yerlerden çekiştirilir. Esaslı konuları düşünmek ve uygulamak için zaman ayırmayız. Eğer zaman ayırırsak herkesin gerisinde kalırız(!) İnsanlar hayata dair en temel şeyleri, yani bir bütünün parçası olduğumuzu, ebedî var oluşun zerreleri olduğumuzu, genellikle hayatlarını kaybetmek üzere oldukları zaman öğrenirler. Hastalıklarımız kendimize çekidüzen verme ihtiyacımıza işaret eder ve bize, hayatımızı yeniden biçimlendirme fırsatı tanır. Hastalık, başımıza geldiği zaman bizi hayattaki ve dünyadaki her şeye karşı keskin bir kutsallık hissiyle doldurur. Başımıza uyarıcı bir hâl gelmediği sürece, hayatımızın büyük bir bölümü boş bir koşuşturmadan ibarettir. Labirentin duvarlarına çarpar dururuz.
Aşağıdakilerden hangisi bu parçada gündelik hayatın yaşanışı ile ilgili eleştirilerden biri değildir?
32 ve 33. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
“Hayatın temel esasları nelerdir?” diye sorulsa çok önemli kavramlardan oluşan cevaplar verir; yüceliklerden, erdemlerden bahsederiz. Peki, gündelik hayatımız ve yaşam tarzımız bu esaslara göre midir? Hayır. Gündelik hayatı, biz yaşamayız. Her bir ipimizin ucu farklı yerlerden çekiştirilir. Esaslı konuları düşünmek ve uygulamak için zaman ayırmayız. Eğer zaman ayırırsak herkesin gerisinde kalırız(!) İnsanlar hayata dair en temel şeyleri, yani bir bütünün parçası olduğumuzu, ebedî var oluşun zerreleri olduğumuzu, genellikle hayatlarını kaybetmek üzere oldukları zaman öğrenirler. Hastalıklarımız kendimize çekidüzen verme ihtiyacımıza işaret eder ve bize, hayatımızı yeniden biçimlendirme fırsatı tanır. Hastalık, başımıza geldiği zaman bizi hayattaki ve dünyadaki her şeye karşı keskin bir kutsallık hissiyle doldurur. Başımıza uyarıcı bir hâl gelmediği sürece, hayatımızın büyük bir bölümü boş bir koşuşturmadan ibarettir. Labirentin duvarlarına çarpar dururuz.
Bu parçadaki altı çizili sözle anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
34 ve 35. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
Türkçe söz konusu olduğunda ilkin şunu söylemeliyim ki dilimizin standardını büyük ölçüde İstanbul Türkçesi etkilemiş olsa da İstanbul Türkçesi birebir standart Türkçe değildir. Ayrıca sıkça unuttuğumuz bir gerçek de standart dilin başlangıçta sadece yazı dili olduğu ve konuşma dilini asla kapsamadığıdır. Uzak geçmişte Nefi’nin veya Nabi’nin Doğulu ağzı; yakın geçmişte Akif Paşa’nın Yozgat’ın Bozok Yaylası’nda yahut Esat Muhlis Paşa’nın Ayaş’ta edindiği ağız yazdıklarına asla yansımamıştır. İbrahim Ethem Pertev Paşa’nın Sicill-i Osmani’deki kısacık biyografisinde bile anılmadan geçilemeyen koyu bir Dadaş ağzıyla konuşmasının düzyazılarında izi bile yoktur. Standart yazı dilinin konuşma diline gerçek hâkimiyeti, radyo ve televizyonla güç kazanan sözlü kitle iletişim yollarıyla olmuştur. O zamana kadarki uzun dil ve edebiyat tarihi boyunca ne konuştuğu gibi yazan ne de yazdığı gibi konuşmaya özenen çıkar. Buna dilin söz geleneği kadar, yazı geleneği de engeldir.
Bu parçaya göre aşağıdakilerden hangisi standart dil ile ilgili özelliklerden biri değildir?
Türkçe söz konusu olduğunda ilkin şunu söylemeliyim ki dilimizin standardını büyük ölçüde İstanbul Türkçesi etkilemiş olsa da İstanbul Türkçesi birebir standart Türkçe değildir. Ayrıca sıkça unuttuğumuz bir gerçek de standart dilin başlangıçta sadece yazı dili olduğu ve konuşma dilini asla kapsamadığıdır. Uzak geçmişte Nefi’nin veya Nabi’nin Doğulu ağzı; yakın geçmişte Akif Paşa’nın Yozgat’ın Bozok Yaylası’nda yahut Esat Muhlis Paşa’nın Ayaş’ta edindiği ağız yazdıklarına asla yansımamıştır. İbrahim Ethem Pertev Paşa’nın Sicill-i Osmani’deki kısacık biyografisinde bile anılmadan geçilemeyen koyu bir Dadaş ağzıyla konuşmasının düzyazılarında izi bile yoktur. Standart yazı dilinin konuşma diline gerçek hâkimiyeti, radyo ve televizyonla güç kazanan sözlü kitle iletişim yollarıyla olmuştur. O zamana kadarki uzun dil ve edebiyat tarihi boyunca ne konuştuğu gibi yazan ne de yazdığı gibi konuşmaya özenen çıkar. Buna dilin söz geleneği kadar, yazı geleneği de engeldir.
Bu parçanın anlatımı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
I. Planck’ın önerdiği istatistiksel yöntem, deney sonuçları ile tam bir uyum içindeydi.
II. Planck, 1900’de, Alman Fizik Enstitüsünde yaptığı konuşmada elektromanyetik enerjinin ancak sürekli değil, kesikli değerlerde yayımlanabildiğini belirterek kuantum devrimini başlatmış oldu.
III. Işık paketçikleri varsayımı, atomdan fotoelektriğe kadar çözüm bekleyen pek çok problemi açıklayan bir yapı taşı oldu; bu yüzden Planck, kuantum fiziğinin babası olarak kabul edilir.
IV. Planck, yaptığı çalışmayla devrinin anlayışına başkaldırmış oldu.
V. O güne kadar elektromanyetik kuram, ışığın sürekli ve kesiksiz yayılan bir dalga olduğu fikrine dayanıyordu.
Yukarıdaki numaralanmış cümlelerle anlamlı bir paragraf oluşturulduğunda hangisi baştan dördüncü olur?
37-39. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
(I) Gökçeada Su Altı Parkı kıyıdan 1 deniz mili uzunluğunda, denizden 200 metre açıklığında bir alanı kapsıyor. (II) Yelkenkaya ile Çiftlik Koyu arasında yer alan, içinde su altı mağara girişleri de olan ve Akdeniz foku da dâhil pek çok deniz canlısı için habitat olma özelliği taşıyan bir bölge. (III) Gökçeada civarında koruma altına alınmış şu türlere de rastlanıyor: Akdeniz foku, deniz çayırları, triton, böcek, pina, yunuslar, ispermeçet balinası, deniz kaplumbağası… (IV) Gökçeada Su Altı Parkı’nda çekirdek bölge ve bunu saran tampon bölge olmak üzere iki bölge bulunuyor. (V) Tampon bölge olan ve bölgeye karadan en kolay ulaşılabilen nokta olan Yıldızkoy’da yüzme ve balık tutmaya izin verilmiş. (VI) Burada şnorkelle deniz altını seyretmek mümkün; diğer bölgelerde avlanmak yasak, dalış için izin almak gerekiyor. (VII) Parkta resmî olarak rehberli dalış ve eğitim gezileri düzenlenmiyor. (VII) Gökçeada Dalış Merkezi aracılığıyla Gökçeada Su Altı Millî Parkı’nda dalış yapmak için başvurmak mümkün.
Bu parçada Gökçeada Su Altı Parkı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?
(I) Gökçeada Su Altı Parkı kıyıdan 1 deniz mili uzunluğunda, denizden 200 metre açıklığında bir alanı kapsıyor. (II) Yelkenkaya ile Çiftlik Koyu arasında yer alan, içinde su altı mağara girişleri de olan ve Akdeniz foku da dâhil pek çok deniz canlısı için habitat olma özelliği taşıyan bir bölge. (III) Gökçeada civarında koruma altına alınmış şu türlere de rastlanıyor: Akdeniz foku, deniz çayırları, triton, böcek, pina, yunuslar, ispermeçet balinası, deniz kaplumbağası… (IV) Gökçeada Su Altı Parkı’nda çekirdek bölge ve bunu saran tampon bölge olmak üzere iki bölge bulunuyor. (V) Tampon bölge olan ve bölgeye karadan en kolay ulaşılabilen nokta olan Yıldızkoy’da yüzme ve balık tutmaya izin verilmiş. (VI) Burada şnorkelle deniz altını seyretmek mümkün; diğer bölgelerde avlanmak yasak, dalış için izin almak gerekiyor. (VII) Parkta resmî olarak rehberli dalış ve eğitim gezileri düzenlenmiyor. (VII) Gökçeada Dalış Merkezi aracılığıyla Gökçeada Su Altı Millî Parkı’nda dalış yapmak için başvurmak mümkün.
Bu parça iki paragrafa ayrılmak istenirse ikinci paragraf numaralanmış cümlelerin hangisiyle başlar?
(I) Gökçeada Su Altı Parkı kıyıdan 1 deniz mili uzunluğunda, denizden 200 metre açıklığında bir alanı kapsıyor. (II) Yelkenkaya ile Çiftlik Koyu arasında yer alan, içinde su altı mağara girişleri de olan ve Akdeniz foku da dâhil pek çok deniz canlısı için habitat olma özelliği taşıyan bir bölge. (III) Gökçeada civarında koruma altına alınmış şu türlere de rastlanıyor: Akdeniz foku, deniz çayırları, triton, böcek, pina, yunuslar, ispermeçet balinası, deniz kaplumbağası… (IV) Gökçeada Su Altı Parkı’nda çekirdek bölge ve bunu saran tampon bölge olmak üzere iki bölge bulunuyor. (V) Tampon bölge olan ve bölgeye karadan en kolay ulaşılabilen nokta olan Yıldızkoy’da yüzme ve balık tutmaya izin verilmiş. (VI) Burada şnorkelle deniz altını seyretmek mümkün; diğer bölgelerde avlanmak yasak, dalış için izin almak gerekiyor. (VII) Parkta resmî olarak rehberli dalış ve eğitim gezileri düzenlenmiyor. (VII) Gökçeada Dalış Merkezi aracılığıyla Gökçeada Su Altı Millî Parkı’nda dalış yapmak için başvurmak mümkün.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
40 ve 41. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
(I) Su altında uzun süre kalan ahşap nesneler için en büyük tehdit, içlerinde biriken tuzdur; zamanla tuzlanan ahşap nesneler, yapılarındaki bazı kimyasalları kaybedip sünger görünümü alabilir. (II) Bu nesneler önce su havuzlarında yıkanır ve çözünebilir tuzlar çıkarılır, sonra bazı kimyasallar kullanılarak çözünmeyen tuzlardan arındırılır. (III) Nesnelerin korunması için genellikle emdikleri suyun yerine bir çeşit balmumu eklenir, sonra eserler dondurulup kurutularak nemli bir ortamda saklanır. (IV) Ahşaba zarar veren etkenlerden biri de asitlenmedir. (V) Deniz tabanındaki biyolojik tepkimeler sonucunda ortaya çıkan sülfür bileşikleri suyun altındaki ahşabın bünyesine girer, bu bileşikler oksijen ve nemin etkisiyle zamanla aside dönüşür. (VI) Özellikle yapısında demir olan ahşap eserlerde korozyona uğramış demir, aside dönüşme sürecini hızlandırır; bu asit zamanla ahşabın yapısındaki selülozu yiyerek ahşabın çürümesine neden olur. (VII) Bunu engellemek için ortamdaki demir iyonları uzaklaştırılmaya çalışılır ya da bazı kimyasallarla demir iyonları etkisiz hâle getirilir.
Bu parça iki paragrafa ayrılmak istenirse ikinci paragraf numaralanmış cümlelerin hangisinden sonra başlar?
(I) Su altında uzun süre kalan ahşap nesneler için en büyük tehdit, içlerinde biriken tuzdur; zamanla tuzlanan ahşap nesneler, yapılarındaki bazı kimyasalları kaybedip sünger görünümü alabilir. (II) Bu nesneler önce su havuzlarında yıkanır ve çözünebilir tuzlar çıkarılır, sonra bazı kimyasallar kullanılarak çözünmeyen tuzlardan arındırılır. (III) Nesnelerin korunması için genellikle emdikleri suyun yerine bir çeşit balmumu eklenir, sonra eserler dondurulup kurutularak nemli bir ortamda saklanır. (IV) Ahşaba zarar veren etkenlerden biri de asitlenmedir. (V) Deniz tabanındaki biyolojik tepkimeler sonucunda ortaya çıkan sülfür bileşikleri suyun altındaki ahşabın bünyesine girer, bu bileşikler oksijen ve nemin etkisiyle zamanla aside dönüşür. (VI) Özellikle yapısında demir olan ahşap eserlerde korozyona uğramış demir, aside dönüşme sürecini hızlandırır; bu asit zamanla ahşabın yapısındaki selülozu yiyerek ahşabın çürümesine neden olur. (VII) Bunu engellemek için ortamdaki demir iyonları uzaklaştırılmaya çalışılır ya da bazı kimyasallarla demir iyonları etkisiz hâle getirilir.
Bu parçaya göre uzun süre su altında kalmış ahşap nesneler ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
42 ve 43. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
Katışıksız düşüncenin istek üzerindeki egemenliği her yerde gerçekleşebilir. Küçük nesneleri, bunca nesnellikle görebilen ve böylece düşüncelerinin ne kadar bağımsız olduğunu açıkça ortaya koyan o eşsiz Hollandalı ressamları düşünelim. Bu resimlere bakan bir kimse, duygulanmadan edemez. Bu önemsiz nesneleri bunca dikkatle canlandırabilmesi için sanatçının ruhça ne kadar dingin ve yatışmış bir hâlde bulunması gerektiğini düşünmekten alamaz kendini. Üstelik kendisine dönünce günlük hayatının endişeleri ve istekleri yüzünden karmakarışık ve anlaşılmaz hâle gelen duyguları ile bu dinginliğe erişmiş ressamların ruh hâli arasında ne büyük fark olduğunu daha iyi görür.
Bu parçada yazarın savunduğu temel düşünce aşağıdakilerden hangisidir?
Katışıksız düşüncenin istek üzerindeki egemenliği her yerde gerçekleşebilir. Küçük nesneleri, bunca nesnellikle görebilen ve böylece düşüncelerinin ne kadar bağımsız olduğunu açıkça ortaya koyan o eşsiz Hollandalı ressamları düşünelim. Bu resimlere bakan bir kimse, duygulanmadan edemez. Bu önemsiz nesneleri bunca dikkatle canlandırabilmesi için sanatçının ruhça ne kadar dingin ve yatışmış bir hâlde bulunması gerektiğini düşünmekten alamaz kendini. Üstelik kendisine dönünce günlük hayatının endişeleri ve istekleri yüzünden karmakarışık ve anlaşılmaz hâle gelen duyguları ile bu dinginliğe erişmiş ressamların ruh hâli arasında ne büyük fark olduğunu daha iyi görür.
Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi kullanılmıştır?
44 ve 45. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
(I) Alman tarihçilerin dilinde kültür kavramı, daha önce mevcut olan medeniyete çok yakın bir anlam kazanır; bununla beraber birtakım ayrılıklar önerilir. (II) Kültür; insanoğlunun fizik dünyaya, fizik çevreye söz geçirmek için sahip olduğu kolektif araçlar bütünüdür; başka bir deyişle bilim, teknik ve uygulamalardır. (III) Medeniyet ise insanın kendini sıkı düzen altına alması; fikirce, ahlakça, ruhça yükselmesi için lüzumlu olan kolektif araçların tümüdür: güzel sanatlar, felsefe, din ve hukuk… (IV) Ama bunun aksini ileri süren sosyologlara göre medeniyet toplum yaşayışının maddi ve faydacı araçlarına hizmet eder, akılcıdır; emeğin, üretimin, teknolojinin ilerlemesi için gerekli bir akılcılık. (V) Kültür ise toplum yaşayışının daha manevi yönlerini kucaklar; saf düşüncenin, idealizmin, hassasiyetin meyvesidir. (VI) Bu tekliflerden hangisine katılacağız? (VII) Amerikan sosyologları, belki de beğendikleri Alman sosyologlarına uyarak ikinci anlayışı benimsemiş.
Bu parçadan aşağıdaki yargıların hangisine ulaşılabilir?
(I) Alman tarihçilerin dilinde kültür kavramı, daha önce mevcut olan medeniyete çok yakın bir anlam kazanır; bununla beraber birtakım ayrılıklar önerilir. (II) Kültür; insanoğlunun fizik dünyaya, fizik çevreye söz geçirmek için sahip olduğu kolektif araçlar bütünüdür; başka bir deyişle bilim, teknik ve uygulamalardır. (III) Medeniyet ise insanın kendini sıkı düzen altına alması; fikirce, ahlakça, ruhça yükselmesi için lüzumlu olan kolektif araçların tümüdür: güzel sanatlar, felsefe, din ve hukuk… (IV) Ama bunun aksini ileri süren sosyologlara göre medeniyet toplum yaşayışının maddi ve faydacı araçlarına hizmet eder, akılcıdır; emeğin, üretimin, teknolojinin ilerlemesi için gerekli bir akılcılık. (V) Kültür ise toplum yaşayışının daha manevi yönlerini kucaklar; saf düşüncenin, idealizmin, hassasiyetin meyvesidir. (VI) Bu tekliflerden hangisine katılacağız? (VII) Amerikan sosyologları, belki de beğendikleri Alman sosyologlarına uyarak ikinci anlayışı benimsemiş.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
(I) Genel bir değerlendirme yapıldığında birbiriyle çelişen iki durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz: Bir yandan güneş ışınlarının sağlığı tehdit eden etkilerinden korunma yolları ararken diğer yandan ışıkla tedaviye başvuruyoruz. (II) Bu noktada şunu unutmamamız gerekiyor: Işıkla tedavilerde güneş ışığındaki zararlı etki göstermediği düşünülen dalga boylarındaki ışınlar, uzmanlar tarafından kontrollü biçimde kullanılıyor. (III) Günümüzde ışıkla tedavi sedef hastalığı, vitiligo ve çeşitli egzemaları içeren deri hastalıklarının tedavisinde sıkça kullanılıyor ve başarılı sonuçlar alınıyor. (IV) Son yıllarda ışıkla tedavinin çok sayıda yeni uygulamalarından söz ediliyor. (V) Bunlar arasında omurilik yaralanmalarının tedavisi, sinir rejenerasyonu, sigara bıraktırma ve zayıflatma amaçlı kullanımlar sayılabilir.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinden önce, düşüncenin akışına göre “Bu tedaviler sırasında uzun vadede ortaya çıkacak katarakt riskinin dikkate alınarak koruyucu gözlük kullanılması önemli bir nokta.” cümlesi getirilmelidir?
Soğuk havalarda soğuk algınlığına yakalanmanın daha olası olduğu yaygın bir kanı. Ancak şimdiye kadar bunu doğrudan kanıtlayan bir çalışma yapılmamıştı. Soğuk aylarda daha çok boğaz enfeksiyonu görülmesini, bu aylarda insanların kapalı ortamlarda daha sık bulunmasıyla ilişkilendiren görüşler vardı. Yeni bir çalışma ise bu ilişkinin nedenini ortaya çıkardı. Araştırmada yaygın soğuk algınlığı virüsünün burun boşluğumuz içindeki daha düşük sıcaklıklarda, gövdemizin daha yüksek olan sıcaklığında olduğundan daha etkin biçimde çoğalabildiği gösterildi. Yaygın soğuk algınlığının nedeni olan rinovirüsün serin burun boşluğunda ılık akciğerde olduğundan daha hızlı çoğaldığı önceden biliniyordu. Ancak bununla ilgili araştırmalar sıcaklığın bağışıklık tepkisine değil, virüs üzerindeki etkisine odaklanmıştı. Şimdi ise sıcaklık ve bağışıklık arasındaki ilişki incelendi. Sonuçta genel vücut sıcaklığının biraz altındaki sıcaklıklarda rinovirüse karşı gösterilen doğal bağışıklık tepkisinin genel vücut sıcaklığına gösterilene göre zayıf olduğu gözlemlendi.
Bu parçaya göre bilimsel araştırmalar ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
Yaptığımız her şey, aklımızdan geçen her bir düşünce, tüm hayaller, rüyalar veya içinde yaşadığımız dünyayla olan bağlantımız beynimizde üretilen elektrik sinyalleri sayesinde gerçekleşiyor. Bu eşsiz mekanizmanın sırları açığa çıktıkça sürprizlerle dolu bazı cevaplara ulaşıyoruz. “Bağlama problemi” olarak anılan bu durum, bunların başında geliyor. Beynin farklı bölgeleri, birbirinden farklı işlemleri gerçekleştirmek için özelleşmiş durumda. Bu yüzden bilincin izini sürmek veya düşüncelerin oluşumunu takip etmek pek kolay değil. Tüm bu bölgelerden gelen ayrık bilgiler bir şekilde birbirine bağlanarak bütünleştiriliyor ve biz elde edilen son yapıyı “düşünce” veya “deneyim” olarak algılıyoruz. Ancak beyinde böyle bir bağlama merkezi yok. Dolayısıyla bu durumun bilinçle ilgili dinamik bir mekanizma olduğu sanılıyor.
Bu parçada beynin çalışması ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?
Muhabir:
(I) —-:
Yazar:
– Umutlu öykülerin de var olduğunu ya da öykülerde umudun da var olduğunu sanıyordum. Karanlık, karamsarlık özellikle başvurduğum izlekler değil. Beni çeken gizem, bilinmezlik, belirsizlik olabilir. Bunlar genellikte karanlıkta var olur, doğru. Ancak bir “acaba”yla bile olsa umudu koruduğumu sanıyorum.
Muhabir:
(II) —-:
Yazar:
– Tabii. Yani çok absürt bir şeyin birden çok mantıklı bulunması, kabul edilemezin giderek sıradanlaşması özellikle son zamanlarda gündelik hayatta tanıklık ettiğimiz kavrama biçimleri bence. Algılayış ve kabullenişteki ani değişimler, yani sizin dediğiniz gibi belirsizlikler sanatın her alanı için ilham verici. Hatta bazen sanatla yapabileceğiniz, gerçeğin gerisinde bile kalıyor.
Bu diyalogda boş bırakılan yerlere aşağıdakilerden hangisi sırasıyla getirilmelidir?
Şiir, kendi zamanını bekliyor bende. Yine de Âmin’den sonra neredeyse hiç şiir yazmadım. O farklı ve yeni bir duygu yoğunluğu gerektiriyor galiba. Ama öykülerim aslında sadece insanlarla yeni karşılaştı. Üç yıl önce, tanınmış bir dergide ve bir senedir de büyük bir gazetede öykü yazmaya başladım. Bazen günlerce haftalarca aynı öykünün kurgusunda kayboluyorum. Bu aşama benim için biraz daha yorucu olabiliyor. Bilgi edinme, her bölümün detaylarını kurma kısmı… Fakat yazmaya başladığım andan itibaren karşılaştırabileceğim bir zorluk derecesi yok. Ne kadar iyi yapabildiğim tartışılır ama kendimi bildiğimden beri konuşmaktan daha rahat hissediyorum yazarken.
Bu parçada kendisinden söz eden sanatçı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?